Yusuf Akçura Kimdir?

Türkçü yazarlardan birisi olarak bilinir genelde.

Yusuf Akçura Kimdir?

Türkçü yazarlardan birisi olarak bilinir genelde. Ayrıca siyaset adamı, gazeteci ve tarihçidir.

Yusuf Akçura, tarihçi ve siyaset adamı olarak bilinir. Yazarlık tarafı, onun düşüncelerini aktarması için ön plandadır. Osmanlı zamanında doğmuş, Cumhuriyet aydını olarak hayata gözlerini yummuştur. Bu dönemde Cumhuriyet meclisinde milletvekili olmuş ve hayatı boyunca da millet tarafından bu makama layık görülmüştür. Hayatının pek çok güzel zamanları hapishanede geçmiş, Rus zulmündeki Türkleri fiilen de manen de korumuş; onların durumunu dünyaya bildirmiştir. Türkçülük fikrini benimsemiş, bunun için mücadele etmiştir. Bu bakımdan da Türkçü yazarlar genellemesinde yerini alır. Biz, bu yazıda Atatürk’e çok yakın olan bu siyaset adamının hayatını ve görüşlerini incelemeye çalışacağız. 

Yusuf Akçura’nın Hayatı 

Bir yazarın hayatı, onun görüşlerinin nasıl oluştuğunu göstermesi açısından çok önemlidir. Örneğin internetin henüz olmadığı, haberleşmenin kısıtlı ve haber kanallarının yavaş ulaştığı dönemde, Londra’da kendi ırkdaşınıza yapılan saldırıyı İstanbul’dan savunmanız pek çok bakımdan yetersiz olacaktır. Zaten, siz her ne kadar ateşli bir savunucu olsanız da olayı sıcağı sıcağına yaşamadığınız için görüşleriniz genel askısında takılı kalacaktır. Bu bakımdan Yusuf Akçura’nın Kazan’da 1876 yılında doğması, onun Türklere yapılan Rus zulmüne şahit olması ya da amcasının Türkçülük görüşünü savunan bir aydın olması Yusuf Akçura’nın az sonra anlatacağımız görüşlerine neden sahip olduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır.

Yusuf Akçura, 1876 yılında Volga nehri civarındaki Simbir kentinde hayata gözlerini açtı. Babası Hasan Akçurin , annesi Bibi Kamer Banu idi. Babası Hasan bey çuha fabrikası sahibiydi ve Rus ordusuna çalışıyordu. Durumları gayet iyiyken Hasan Bey, genç denilebilecek bir yaşta vefat etti. Fabrikayı işletmek Bibi Kamer Banu hanıma kalmıştı. Bu yükü kaldıran Kamer Banu, bir kızak kazasıyla felç olup yatağa bağlı yaşamaya başlayınca, ailenin hayatta kalan tek çocuğu Yusuf, annesini de yanına alarak 1883 yılında İstanbul’a geldi.

Yusuf Akçura’nın ilk mesleği: Kurmay Subaylık 

İstanbul’a gelir gelmez okula yazıldı. Önce Mahmud Paşa ve Kara Hafız ortaokullarına giden Yusuf Akçura, 1885 yılında Mustafa Paşa Rüşdiyesinde lise eğitimine başladı. Bir yıl Kazan’a gidip gelmek zorunda kalıp eğitimini yarıda bıraksa da İstanbul’a döner dönmez eğitimine devam etti. Osmanlı zamanında en iyi ve çağdaş eğitim askeri okullarda verildiği için yüksek öğrenimini askeri okulda devam ettirmek kararı aldı. Kurmay Subay olarak 1897 yılında mezun oldu. Başarılıydı ve o dönemde o kadar çok asker ihtiyacı vardı ki devlet gözünde çok değerliydi. Bu başarısı ve devletin bu eksiği ile, iki kez tutuklanmış ama ikisinde de serbest bırakılmıştır. İlk tutuklanması Akçura daha ikinci sınıftayken olmuş, ikinci tutuklanma ise Jön Türklerle ilişkisi bulunduğu gerekçesiyle 1896 yılında gerçekleşmiştir. İlk tutuklanma, başarılı bir öğrenci olması nedeniyle okula geri dönmesiyle sonuçlanmış; ikinci tutuklanma, devletin ciddi bir asker açığı olması nedeniyle Akçura’ya rütbesinin iade edilmesiyle son bulmuştur.

Akçura, subay olduktan sonra, Jön Türklerle ilişkisi olması nedeniyle yargılanmıştı ve Fizan’a sürülmüştü. Üstelik Harbiye Divanında yargılanmıştı. Ama Trablusgarp Savaşı patlak vermiş ve oraya rütbeleri iade edilerek tayin edilmişti. Atatürk’ün de bulunduğu bu cephe, onun Osmanlı askeri olarak katıldığı ilk ve son cepheydi.

İkinci Meslek: Tarihçi ve Öğretmen Olan Yusuf Akçura

Yusuf Akçura, 1899 yılında, Fransa’ya yerleşme kararı aldı. Ahmet Ferit ile geldiği Paris’te ünlü tarihçi ALBERT SAREL ile EMİL BAUTMEY’den ders aldı. Batı tarihçiliğini daha yakından tanımasının yanı sıra, kendi tarihine dışarıdan ve objektif bakmaya başladı. Bilgi edindiği Batı kültürünün ve tarih bilgisinin sonucunda “Osmanlı İmparatorluğu Müesseslerinin Tarihine Ait Bir Tecrübe” adlı bitirme tezini yazarak 1903 yılında mezun oldu. Yani Yusuf Akçura’nın tarihçiliği, alaylı değil, mekteplidir.

Okulunu bitirdikten sonra Kazan’a amcasının yanına giden Yusuf Akçura, burada Muhammediye Medresesinde Tarih öğretmeni olarak görev yapmaya başladı. II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra İstanbul’a geldi ve burada HARP AKADEMİSİ, DARÜŞŞAKAFA, MEDRESETÜ’L VAİZİN, DARÜLMUALLİMİN adlı okullarda siyasi tarih öğretmek üzere görev aldı. Şimdiki adıyla İstanbul Üniversitesi, o zamanki adıyla İSTANBUL DARÜLFÜNUN EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE 1909 yılında, ders vermeye başladı. Şimdi Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi olarak bilinen MÜLKİYE’DE de 1915 yılına kadar ders verdi. Mülkiye 1925 yılında kapatıldı. Darülfünun ise 1916 yılında yeniden kadrolaştı ve Yusuf Akçura kadro dışı bırakıldı.

Yusuf Akçura ve Dergi – Dernek Çalışmaları 

Okullarda ders verirken Türk milliyetçiliğini öğretmek ve bu konu hakkında bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla açılan Türk Derneği kurucuları arasında yer aldı Yusuf Akçura. 1908 yılında kurulan bu dernekte Mehmet Fuat Köprülü, Mehmet Emin Yurdakul gibi ünlü isimlerin yanı sıra, Türkçülük davasına gönül veren Ahmet Mithat Efendi, Emrullah Efendi, Tahir Bey gibi isimler de mevcuttu. Dernek, ilk yazısını kendi adlarını taşıyan dergide 1911 yılında çıkardıktan sonra sadece 7 sayı yayına koyabildi. Dergi ve dernek “Türk Yurdu” adına evrildi. Takvimler 18 Ağustos 1911’i gösterirken “Türk Yurdu Cemiyeti” imtiyaz sahibi Mehmet Emin Yurdakul olarak yayın hayatına yeniden girdi. Murahhas üye olarak da Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Ahmet Hikmet Bey seçildi. Murahhas üye ya da Murahhas Aza, imtiyaz sahibinden sonra dergiyi yöneten kişilerdir. Bu dergi, tam 17 yıl yayın hayatına devam etti.

“Türk Ocağı” adlı dernek kurulduğunda 12 Mart 1912 yılıydı ve zaten aktif bir dergi vardı. Ama Türk Ocağı daha geniş bir yazar kitlesine sahipti. Doktorlar, öğretmenler geldiler ve dernek adı Türk Ocağı olarak değiştirildi. Türk Yurdu dergisi de Türk Yurdu derneğinin yayın organı oldu. Dergi 1931 yılında kapatıldı ama Akçura, o tarihe kadar derginin yönetimindeydi. Tüm bu dergi faaliyetleri ise İstanbul’da gerçekleşti.

Yusuf Akçura : Siyasetçi Kimliği 

Yusuf Akçura, tarih eğitimini tamamlayıp Kazan’a amcasının yanına gittiğinde 1905 yılında Rus Parlamentosu kurulmuştu. Duma kentinde kurulan parlamentoda Türklerin de olması için büyük bir mücadeleye girdi Yusuf Akçura. Bu dönemde yazarlığı ve siyaset adamı kimliği birlikte ilerledi. “Rusya Müslümanlığı İttifakı” adında bir parti kurup parlamentoda Türklerin temsil edilmesini sağladı. Rus hükümeti, partinin yayın organının olmasına müsaade eder etmez de “Kazan Muhbiri” adlı gazete çıkarıldı. Yusuf Akçura’nın Türkçülük konusundaki görüşleri hem gazete hem de partinin ileri gelenlerince tanıtıldı, yayıldı.

Yusuf Akçura, onu pek çok kişinin tanımasını sağlayan “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesidir. Bu makale, Kazan’da yazmasına rağmen, Rusların tepkisinden çekindiği için Mısır Kahire’de çıkan adı “Türk Gazetesi” olan gazetede yayımlandı Akçura tarafından. Bu makalede, Akçura’nın o dönemlerde tartışılan üç siyasi akımı karşılaştırıp en akla yatkın olanın Türkçülük akımı olduğunu ileri sürmektedir. Hatta bu makalenin yayınlanıp elden ele dolaştırılmasıyla iyiden iyiye tanınan Yusuf Akçura için “Pantürkçü” “Pantürkist” yakıştırmaları da yapılmıştır.

1919 yılında Bolşevik İhtilali’nin patlak verdiği Rusya, I. Dünya Savaşından çekilmek zorunda kaldı. Ordu ve devletin pek çok imkanı, ülkenin başkentine gönderildi. Rusya için savaşan pek çok Türk vardı. Osmanlı Devleti, bu esirlere yardımcı olması için Kızılay aracılığıyla Yusuf Akçura’yı Rusya’ya gönderdi. Yusuf Akçura Rusya’da Türklere yardım ederken İstanbul İngilizler tarafından işgal edildi. Yusuf Akçura da Rusya'da tutuklandı.

Yusuf Akçura, tutuklandıktan kısa bir süre sonra Anadolu'daki milli mücadeleye katılmak için tutuklu olduğu hapishaneden kaçtı. Zaten bu tutuklanma Yusuf Akçura’nın ilk kez başına gelmiyordu. Yusuf Akçura, kendi kurduğu partiden Duma mebusu olamadı çünkü Ruslar, onun mebus olmasını engellemek için yazılarını bahane ederek 8 Mart 1906 yılında onu bir aydan fazla bir zaman hapiste tutmuştu. Duma’dan mebus olamamış ama “Kazan Muhbiri” adlı dergide fikirlerini yaymak üzere makaleler yazmaya devam etmişti. Hapisteyken de “MEVKUFİYET HATIRALARI” adlı bir kitap yazmıştı.

Yusuf Akçura, “Harp Yüzbaşısı” olarak Kurtuluş Savaşına katıldı. Ardında Sakarya Muharebelerine girdi. Kurtuluş Savaşı kazanılıp Cumhuriyet kurulduğunda ise Maarif Bakanlığında çevirmen, Dışişleri Bakanlığında da “Doğu Sorunları” uzmanı oldu. 1921 – 1924 tarihleri arasında çeşitli kurumlarda tarih (12 Mart 1935) dersi verdi. En nihayetinde 1923 yılında İstanbul Milletvekili olarak girdiği meclisten öldüğü tarihe kadar milletvekilli olarak görev yaptı. Ölümünden önce Türk Tarih Kurumu kurucuları arasındaydı. Son milletvekilliği görevi Karstı. Cenazesi, Edirne Kapı Şehitliğine defnedildi.

Yusuf Akçura’nın Görüşleri 

Yusuf Akçura’nın görüşlerinin nerede ve ne zaman başlayıp geliştiğini kestirmek o kadar kolay olmamakla birlikte Fransa’da aldığı tarih derslerinin, Kazan ve Duma’da Ruslara karşı duruşunun ve İstanbul’da yaptığı dergi ve dernek faaliyetlerinin etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı’nın çıkardığı TERCÜMAN gazetesini çok iyi takip ederdi. Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” fikrini benimsemiş ve daha Harp Okulunda iken Rusya hegemonyasında esir olan Kuzey Türkleri ile Osmanlı Türklerini buluşturmak, en azından kültürel bir alt yapı hazırlamak istemiştir.

İsmail Gaspıralı, kendi devrinde, şimdi de olduğu gibi, Türk birliğini arzu eden tüm aydınları derinden etkilemiştir. Yusuf Akçura ise Gaspıralı ile uzaktan akrabaydı; bu akrabalığın dışında da Müslüman Türklerin sesini duyurmaya çalışan Gaspıralı ile Rusya’da tanışma şansı yakalamıştı Yusuf Akçura. Rus zulmü, tüm Müslüman Türklere yapılırken Tatarların bu varlıklarını sürdürme savaşlarını tüm dünyaya duyuran Gaspıralı’nın birlik fikrini oldukça erken bir yaşta benimsemiştir Akçura.

Yusuf Akçura’nın hayatını ve görüşlerini ayrıntılı bir şekilde kendi makalesinde işleyen Sayım Türkman’ın François Georgeon’dan aktardığına göre Yusuf Akçura’nın görüşlerini üç başlık altında toplamak mümkün:

A. Genel Türk Tarihi

B. Osmanlı Tarihi

C. Avrupa’nın Yakın Çağ tarihi

Yusuf Akçura’nın dünya görüşünü kendi yazdığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eserinden daha iyi anlıyoruz. Bu makalede adı geçen üç siyasî akımları, Osmanlı’yı yıkımdan kurtarmak için öne sürülen görüşlerden İslamcılık, Osmanlılık ve Türkçülük akımları. Bu görüşlerin artı ve eksilerini bir tarihçi gözünden değerlendiren Akçura, en sonunda Türkçülük akımının devlet bekası için hayatî olduğu kanısına varıyor. Kısaca, Akçura’nın bu üç akım için görüşleri şu şekilde:

Akçura’ya göre Osmanlılık 

Akçura söze Osmanlılık fikri II. Mahmut döneminde ortaya atılmış ve tartışma aşamasına gelecek kadar geliştirilmesi Sadrazam Ali ve Fuat Paşa zamanlarında olmuştur. Ülkenin bitik hale gelmek üzere olduğunu ve Osmanlı tebaasının çözülmek üzere olduğunu fark eden devlet adamları, ülkeyi diriltmek için Osmanlılık fikrini öne atmışlardır. Akçura, Osmanlılık fikrini tanımlarken bir olması gereken haklı Müslüman ve Müslüman olmayan olarak ayırır: “ Maksad-ı aslî Osmânlı memleketindeki Müslim ve gayr-ı müslim ahâlîye aynı hukuk ve vezâif-i siyâsiyye bahş ve tahmîl eylemek”. Bu ayrım, Osmanlı Devleti’nin genel ayrımıdır zaten ve Osmanlılık, azınlık olarak adlandırılan Gayr-i Müslimler ile ülke sahibi olarak anılan Müslümanları barıştırma politikasıdır. Akçura, Müslüm ve Gayr-i Müslüm tebaanın birleşerek tıpkı “Amerika Hükûmât-ı Müttehidesi’ndeki Amerikan milleti gibi” bir millet olmayı amaçlar der bu politika için. Ama bu tanımda Akçura’nın dikkatini çeken şey ise politikanın sadece “Devlet-i ‘Aliyye-i Osmâniyye’yi şekl-i zâhire-i asliyyesiyle yanî eski hudûdlarıyla muhâfaza eylemek” durumudur. Yani politika, sadece Osmanlı sınırları için de geçerlidir. Oysaki Akçura, Osmanlı sınırı dışındaki Müslümanları da bu meseleye dahil etmek istemektedir. Yani bu politika yerel bir mahiyetteydi. Zaten böyle bir politikayla da Osmanlı sınırı dışındaki Müslüman – Türkler uğraşmazdı. Üstelik dünyada ırka dayalı siyaset o kadar ivme kazanmıştır ki ırka dayalı millet kavramını reddetmek, Osmanlı’nın zararına olacaktır. Üstelik 1870 yılında başlayıp bir yıl süren Almanya – Fransa savaşında Almanya Fransa’yı yenmiş ve bu zaferini de ırka dayalı millet fikrine dayandırmıştı. Dünya, yavaş yavaş ırka dayalı millet anlayışını kabullenmeye başlamıştı.

Akçura’ya Göre İslamcılık 

İslamcılık, dünyadaki tüm Müslümanların, herhangi bir milletten seçilen ya da elde edilmiş halife etrafında toplanmasıdır. Osmanlı, Yavuz Sultan Selim Han’dan bu yana halifelik unvanına sahip. Yalnız son dönemlerde, İslamcılık etkisini kaybetmiştir. Akçura’da bu konuya parmak basar.

Akçura, Osmanlılık fikrinin işe yaramamasının üzerine İslamcılık fikrinin benimsenmeye başlamasından bahsederek başlar yazısına. Hatta, devlet, İslamcılık fikrine uymak için eğitimden devlet işlerine kadar pek çok şeyi İslamî kurallara göre düzenlemiştir. Hicaz demiryollarının inşası esnasında yardım edilmesi için Çin ve Afrika’da bulunan Müslümanlara çağrı yapılmıştır. Bu çağrı cevapsız kalmıştır. Akçura, İslamcılığın zayıfladığının kabul edilmesi gerektiğini açıklamaktaydı.

Akçura’ya Göre Türkçülük 

Akçura, Türkçülük fikrini ilk benimseyen Türk aydınıdır. Ziya Gökalp’ten önce dahi, Osmanlı topraklarındaki ulusallaşma eğilimi ile Rus topraklarındaki ulusallaşma eğilimini fark etmiştir. Bu eğilim, Müslüman ve Türk olmayan grupların Osmanlı topraklarında, Müslümanların ise Rus topraklarında ulusallaşması şeklindedir. Yani, kişiler, vatandaşı oldukları devletlerin karşısında gruplaşmaya başladılar. Akçura ise bu durum karşısında milliyetçiliği benimsemiş Türkçülerdendir. Türkçülük tanımının temeli olan millet kavramı, Yusuf Akçura tarafından şu şekilde tanımlamıştır : “Millet, ırk ve lisanın temel birliğinden dolayı sosyal vicdanda bir olmuş insan topluluğudur.”

Akçura’nın millet tanımı, dinin olmadığı bir millet kavramıdır. Kültürel bağlardan ziyade, olması gereken maddi bağlardan söz edilmektedir. Oysa Ziya Gökalp, millet tanımına din birliği ibaresini de getirerek Akçura’dan ayrılır.

Akçura’nın Türkçülük fikrini desteklemesi, devlet adamlarının İslamcılık ve Osmanlılık fikirlerini desteklemesinden çok daha farklı bir çizgideydi. Osmanlı hükümeti, İslamcılık ya da Osmanlı olma fikirlerini benimsemişler, en uç düşünür, Batıcılık fikrini benimsemiştir. Türkçülük fikrine devlet kıdeminde yer yoktu. Destek de yoktu. Ta ki 1908 Jön Türkler bir fark yaratana kadar. Ayrıca Balkan topraklarında başlayan Türkçülük akımı, Balkanların işgal edilmesiyle İstanbul’a taşınmış, dergiler ve dernekler kendi fikirlerini yaymaya başlamışlar ve çok önemli bir kamuoyuna sahip olmuşlardır.

Akçura, Türk Yurdu dergisinin manifestosunda derginin amaçlarını çok açık bir şekilde bildirmiştir. Öncelikle dergi sade bir Türkçe ile yazılmalı; bu dergide yazılanları tüm Türkler okuyabilmelidir. Asıl maksat, dünyadaki Türklerin tanışması ve kaynaşması olduğu için tüm dünyadaki Türklerden haber alınan bir dergi olması sağlandı derginin. Uluslararası arenadaki amacı da Türk unsurlarını korumaktı. Ama bu dergiye İttihat ve Terakki müdahale edemiyordu. Bu bakımdan Akçura, amaçlarını tek tek gerçekleştiriyordu.

Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesinde Türkçülük akımını savunma nedeninin başında, bu fikrin, yeni olduğunu kabul ederek başlar. Ve ekler, “İslamcılık gibi.” Ama İslamcılık ya da Osmanlılık fikri gibi sadece Osmanlı topraklarını kapsarken Türkçülük daha büyük bir alanı hedefler: Tüm Türkleri.

Akçura, Türkçülüğün Osmanlı Devletine kasteden bir duruş olduğu fikrini ise benimsemez. Akçura, Osmanlı’nın her daim Türkçülük politikasını benimsemediğini, ama buna rağmen içerisindeki farklı din ve milletten toplulukların kendi çıkarları için Osmanlı’yı yıkmayı göze aldıklarını belirtir. Bunu da dönemindeki güncel örnekler ile pekiştirir. Kısaca Osmanlı’nın yıllardır uyguladığı Osmanlı olma fikrinin işe yaramadığını, devletin bugünkü halini görerek anlayabiliriz demek ister. Peki İslam birliği de Türk birliği kadar mümkün müdür Akçura’nın gözünde?

İslam’ın meydana çıkışındaki muazzam siyasi teşkilata dikkat çeken Akçura, her dinde görülen değişimlerin İslam’da da görüldüğünden bahseder. Bu yüzden de İslam devletlerinin Hıristiyan devletlerince çok sık ve kolay bir biçimde denetim altına alınabildiğinden bahseder “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eserinde. Yalnız buna rağmen Müslümanların dinlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını, aralarında imansızlığın girmediğinden, dolayısıyla İslam’ın hala güçlü olduğundan bahseder. İşte tam bu aşamada İslam birliğinin neden olmadığının cevabını verir Akçura: İslam birliğinin oluşması için iç güçler istekli olsa da dış güçler buna izin vermez; en kötüsü ise Hıristiyanlar buna izin vermeyecek kadar güçlü stratejik noktaları ele geçirmişlerdir.

Peki Akçura, neden Türk birliğini istemektedir? Akçura, Türk birliğinde sadece ırk temelinde Türk olanların değil; din sayesinde ve Türk unsurları ile iç içe yaşamış Müslim unsurların da bulunacağı fikrindedir. Orta Asya ve Avrupa bölgesindeki Türklerin bu birleşmeyi gerçekleştirerek Japonya’nın sarılar alemine (Asya bölgesi için kullanılır bu tabi) talip olması gibi bizim hakkımız olan o bozkırlara hakim olmamızı istemektedir. Akçura’ya göre Türkler arasında en medeni ve en güçlü siyasi yapı Osmanlı Devletindedir. Bu bakımdan Osmanlı Devletinin bu birleşmeyi gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu birleşimin Osmanlı’ya faydalarından bir tanesi de şudur: İslamiyet Türk ve Türk olmayan kısımlarına ayrılacak; Osmanlı, Türkleşmesi mümkün olmayan Müslim ve Gayr-i Müslim yapıdan arınacak yepyeni ve temelde birbirine sadece devlet ve siyasi çıkar bazında bağlı olmayan bir tebaa kazanacaktır. O zaman, bir daha dağılma tehlikesi yaşamayacaktır.

Peki Müslümanlık bu durumun neresindedir? Akçura bu durumu makalesinin sonunda açıklar. Bugün, pek çok Türk’ün kendi tarihlerini unuttuğundan bahseder. Ama diye devam eder, Müslümanlıklarını unutmamışlardır. Bu bakımdan Müslümanlık, Türk birliğinin sağlanması konusunda bir araç olabilir. Makalesinin son kısmında da bu açıklamaları toparlayarak hangisinin daha iyi olduğunu millete bırakmıştır.

SONUÇ

Akçura, İttihat ve Terakki tarafından özellikle Talat Paşa ve Ziya Gökalp tarafından siyasî arenaya çağrılmış ama o kabul etmemiştir. O, askerin asker olarak kalması taraftarıdır. Bu bakımdan, onu bir fikir adamı olarak hatırlamak gerekir. Cumhuriyet kurulduktan sonra mebus olmuştur ama o zaman da üniformasını çıkarmış, kravatını takmıştır.

Akçura, millet tanımında ırk ve dil birliğini benimsemiş ama dini, birlik olma şartı olarak göstermemiştir. Daha çok, bir araç olduğu için gördüğü, İslam’ın gücünü reddetmediği ama sadece din birliğinin bir imparatorluğu kurtarabileceğine inanmamaktadır. Kendisi, Anadolu dışındaki Türkleri gördüğü için onları kurtarma ve anlatma isteği, din fark etmeksizin her zaman güçlü bir istekle kendisini göstermiştir.

Türkçülük fikrini ilk benimseyen ve dolayısıyla yaymak için en çok enerji harcayan Türkçü aydınlardan olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz…

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER