İzzet Çapa yazdı: 'Bab-ı Ali'den bir 'Son Mohikan' geçti!'

İzzet Çapa yazdı: "Bab-ı Ali’den bir “Son Mohikan” geçti!"

İzzet Çapa yazdı: 'Bab-ı Ali'den bir 'Son Mohikan' geçti!'

26 yıllık meslek hayatım boyunca medyanın her kademesinden pek çok isim tanıdım!

Kimisiyle yakın dostluklar kurdum, kimileriyle yıldızımız hiç barışmadı!

Arda Uskan, nam-ı diğer “Son Mohikan” tanıdığım gazeteciler arasındaki en dürüst, en özel isimlerin başında gelir.

Çok erken bir yaşta, 28 Ağustos 2014’te kaybettik Arda abiyi!

“İyiler erken göçermiş” derler ya, Arda abi de hepimizin içinde bir hüzün bırakıp gitti…

Uzun ve tadına doyulmaz sohbetlerimiz dışında onunla birkaç kez de röportaj yapma imkanımız olmuştu.

Onlarca filme konu olacak roman tadında şahane şeyler dinledim Arda abiden…

Vefatının 3. yıl dönümünde onu, bana anlattıklarıyla anmak isterim.

İşte Arda abinin 40 yıllık meslek hayatının hafızamda kalan satır başları…


İLK BASIN KARTIMI MİLLİYET’TE 1972’DE ALDIM; O YILLARDA FOTOROMAN İŞİNDEN BÜYÜK PARALAR KAZANDIM!

70’li yılların sonuydu, bir fotoroman salgını başlamıştı!

Tıpkı bugünün televizyon dizileri gibi!

Eğlenceli olduğu için ben de bulaştım tabii.

Ayda 3–4 fotoroman çektiğim olurdu.

Düşün; Ajda, Muazzez Abacı, Barış Manço, Nilüfer, Emel Sayın filan oynardı.

Gençliğimde çok para kazandım o işten…

Ayrıca sen şimdi yüzüme vurmadan söyleyeyim; 80’li yıllarda İbrahim Tatlıses’ten Ferdi Tayfur’a kadar bir dizi arabesk filmin de senaryolarını yazdım…

BENİM VE AİLEMİN EN SAĞLAM DOSTU SEZEN’DİR!

Gecemiz gündümüz Sezen’le beraber geçiyor o yıllarda!

Bir gece yine cümbür cemaat Sertab’ı dinlemeye gittik!

Orkestrada çalan isimler arasında Uzay da var!

O günler de Sezen, Ahmet’le (Utlu) evlenmek üzere…

Tam Sertab şarkıya başlayacak, Uzay eğilip kulağına bir şeyler söyledi; kız resmen dağıldı gülmekten.

Demiş ki, “Ben saydım Sezoş’un kırıkları olarak tam 6 kişiyiz salonda; kim bilir başka kimler vardır oturanlar arasında…”

Ama Sezen ne yaşadıysa milletin gözünün önünde yaşadı, onun yeri dolmaz…

Zaten flört filan da etmedi; gönlünü verdikleriyle evlendi.



PHILIPS’IN EN ÜST DÜZEY YÖNETİCİSİ AJDA’YA DELİLER GİBİ AŞIKTI!

Ajda’nın Philips şirketine plak yapmak için Paris’e gittiği günlerdi.

Biz Türkiye’den gelenler, Tülay German’ın evinde toplanırdık!

Bu arada Mort Shuman diye çok ünlü bir piaynist ve söz yazarı vardı, üstelik adam Philips’in en üst düzey yöneticisi…

Ajda’ya tutulmuş adam, deliler gibi aşık…

Alain Delon’un bir diskoteği vardı Paris’te…

Hep beraber toplanıp oraya gittik.

Yanımızda rahmetli Beklan Algan da var!

Mort Shuman’ın gece boyunca Ajda’ya yapmadığı kur kalmadı.

Bizim ki bir ara dönüp, “Arda ben bundan çok sıkıldım, sen idare et!” deyip Beklan abiyle çekip başka yere kaçtılar!

İnanır mısın, adam sabaha kadar içip içip omuzumda ağladı!

Ajda herife biraz yüz verse, belki de bugün bir dünya starı olmuştu…



KARIM SELDA, BİZİ GÜNGÖR BAYRAK’LA GÜNAY’DA BASTI!

Barış Manço ile “Kalk Gidelim Küheylan” adlı bir fotoromanda oynatmıştım Güngör’ü…

Jeneriğinde de onun fotoğrafının yanına “Harika at küheylan” diye bir at resmi koymuştum.

Güngör’le bu meseleyi tartışmak için buluşmuştuk Günay’da!

Güngör; pirzola, şarap filan Allah ne verdiyse ısmarlıyor masaya…

Bir baktım Selda girdi arkadaşlarıyla mekana!

Doğrudan yanımıza geldi; Güngör’e dönüp “Cebinde paran var mı?” diye sordu!

Malımı bildiğim için gerisini tahmin ettim!

Bizimkinin gözü dönmüş aynı hızla saydırmaya devam ediyor!

“Bak kızım bu herifin cebi deliktir, sen şimdi bunları yersin içersin, buralarda rezil olursun haberin ola!”

Haksız da sayılmazdı; cebimde beş kuruş param yoktu!

Ama Günay’da her zaman kredim vardı!

BİR GECE KAPI ÇALDI, BAKTIM BARIŞ’IN KARISIYLA FİKRET KIZILOK EL ELE!

Barış bizden birkaç yaş büyüktü!

Ama Moda’da gençliğimiz beraber geçti dersem yeridir!

Fikret Kızılok, o günlerde Barış’ın grubunda gitar çalardı!

Barış da Marie Claude isimli bir kızla evli!

M’amur diye çağırırdık; çok tatlı bir kızdı…

Hangi ara bilmem Fikret ile ikisi işi pişirmiş!

Gecenin bir vakti kapı çaldı; açtım baktım bu ikisi el ele!

“Bu gece sende kalabilir miyiz?” dediler; sırtlarında da uyku tulumları…

Ertesi sabah da beraber Anadolu’ya seyahate çıktılar!

Sevmişler birbirlerini yapacak bir şey yok!

Kimse de ağzını açıp bir şey söylemedi!

Bu bir gönül meselesiydi…

Sırlarını ortaya dökmezlerdi medyatik olmak için…

Ben de yıllarca bu konuda tek satır yazmadım.

Artık aradan 30 küsur yıl geçti; olay zaman aşımına uğradı, zaten o yüzden konuşuyorum!



BİZ YAKUP’A GİDEMEZDİK AMA MEYHANEYİ OFİSE GETİRİRDİK!

Dergide sabahlara kadar çalışırdık; o yüzden de çıkıp Yakup’a gitmek mümkün olmazdı!

Ama meyhaneyi taşırdık ofise; elabaşımız da rahmetli Ercan Arıklı…

Kendisi pek içmezdi ama gece yarısından sonra o çok pahalı Fransız konyaklarından onun deyimiyle “biz kölelerine” elleriye servis yapardı!

Hani derler ya, anlatılmaz yaşanır, işte öyle bir adamdı Ercan Arıklı…

ÖNCE SİZ KIÇLARINIZI AÇIN KADINCA İÇİN, SONRA BEN NOKTA’YA SOYUNURUM!

Rahmetli Duygu Asena “Kadınca”yı çıkartıyor Gelişim Yayınları’ndan…

Odalarımız da yan yana…

Duygu’nun ilk kitabı “Kadının Adı Yok” patlama yapmış, filmi çekilmiş…

Yönetmen Atıf Yılmaz, başrol de Hale Soygazi…

Filmin afişinde ise Hale’nin çıplak sırtı görünüyor…

Ercan Bey geldi bir gün yanımıza Salih Memecan’la; harika bir fikrim var dedi: “Duygu’ya Hale’nin pozunu verdirip Nokta’ya kapak yapalım!”

“Abi, biz bunu Duygu’ya nasıl söyleyelim” dedik…

“Ben söylerim” dedi, hep beraber Duygu’nun odasına gittik!

Sakin sakin dinledi, sonra üçümüze dönüp “Önce siz kıçlarınızı açın, ben onları Kadınca’ya kapak yapayım, sonra Nokta’ya soyunurum!”

Kimler kimler yoktu ki o günün Nokta’sında be İzzet…

Ayşenur Aslan, Haşmet Babaoğlu, Nurcan Akad, Hıncal Uluç, Ayşe Arman, Salih Memecan, Engin Ardıç, Gülay Göktürk ve elbette her gece bizimle birlikte sabahlayan patronumuz Ercan Arıklı…

ERKİN BABA SAYESİNDE JOHN LENON VE YOKO ONO İLE NEFİS BİR KAHVALTI YAPTIK!

Erkin Koray ile Cannes Film Festivali’ne gitmiştik.

Baktık John Lennon ile Yoko da orada!

John o sırada sinemaya merak sarmış!

Yaptığı 10 dakikalık kısa film de festivalde gösterilecek!

“Ah” dedim içimden, keşke bir söyleşi yapabilsem şunlarla…

Ama adam medyadan bucak bucak kaçıyor…

İşin peşini bırakmadık, o gece filmin oynayacağı sinemaya damladık!

Şansa bakar mısın, John ve Yoko da tam arkamıza gelip oturdu…

Işıklar karardı, film başladı…

John ve Yoko karlı bir arazide kol kola duruyorlar…

Kamera hafiften yukarı doğru kalkıyor, sonraki sahneler bembeyaz…

Tam 10 dakika böyle sürdü gitti.

Sonra birden güneş göründü perdede…

Meğer kamerayı bir balona bağlamışlar, bulutların arasından geçirip ışığı görene kadar uçurmuşlar.

Bizim gördüğümüz beyazlıklar da o bulutlarmış.

Film bitti, herkes ayağa kalktı; bir güzel yuhaladılar John ve Yoko’yu…

Ama bunların hiç umurunda değil.

Birer sigara yakıp salondan çıktılar, biz de peşlerinden…

Erkin, “Ben gidip konuşacağım” diye tutturdu!

Benim için röportaj talep edecek…

Adam şimdi tersleyecek diye beklerken, meğer röportajı koparmış.

Erkin Baba sayesinde ertesi sabah, John Lennon ve Yoko Ono ile nefis bir kahvaltı yaptık!

Röportaj da işin kaymağı oldu!



OĞLUM SEN BİRİYLE RÖPORTAJ YAPTIĞINDA DEĞİL, SENİNLE RÖPORTAJ YAPILDIĞI ZAMAN ADAM OLURSUN!

20’li yaşlarımda Milliyet’te çalışırken Tony Curtis gelmişti İstanbul’a!

Havaalanında ayak üstü söyleşi yapıp, bir de fotoğrafını çekmiştim!

Ertesi gün gururla gösterdim babama gazeteyi: “Bak ben Tony Curtis ile röportaj yaptım!”
Ne cevap verdi biliyor musun bana:

“Oğlum sen biriyle röportaj yaptığın zaman değil, seninle röportaj yapıldığı zaman adam olursun…”

****
Adamdı, hem de çok güzel adamdı!

Gazeteciydi, üstelik de çok iyi gazeteciydi…

Ve medya dünyasında birbirinin kuyusunu kazanların aksine dosttu, can dosttu…

Mekanın cennet olsun, nurlar içinde uyu Arda abi…

İZZET ÇAPA / Medyanın Elli Tonu

Güncelleme Tarihi: 28 Ağustos 2017, 17:56
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER